Belki ne aradığını kendin de bilmezsin, ama ararsın.
Bulmak değil aramaktır seni ilgilendiren.
Bir taşta bulursun aradığını.
Bir çiçek, güler bir yüz, belki de farklı bir iş...
Belki de kimsenin tenezzül etmeyeceği çok küçük bir şeydir bulduğun.
Arama heyecanını 'bulma zevkiyle' taçlandırırsın.
Ama anlamazlar seni. Anlayamazlar.
Nasıl anlasınlar ki?
Kendin bile anlamada zorlanırsın ama çaktırmazsın.
Neden çaktırasın ki?
'Bulma makamına' oturmuşken neden bilsinler ki aslında aradığnı bulmadığını,
ararken karşına çıkan nesneyi 'aradığınla' özdeşleştirdiğini?
Bırak seni mutlu bilsinler, mutlu görsünler.
Sanki onlar da aynısını yapmıyorlar mı?
Aşka Dair
Leylalarını arıyorlar Mecnuncasına.
Dağda, derede, köyde, şehirde, ...
Ceylanın gözünde, denizin dalgalarında; kitapta sayfaların arasında...
Yağmurun damlalarında, melankolik şarkılarda,
Bulduğunu zannettiği anda kaybettiği insanlarda...
Ama yorulmadan devam ederler arayışlarına.
Bu ne sabır, bu ne inat?
Bir ömür boyu bir şeye tutulmak için bıkmadan arama heyecanı.
Nedir bu arama ve bulma sonra kaybetme,
Ve sil baştan bir daha çöllere düşme aşkı?
Aşkı bulacağım diye kendini kaybetme paradoksu?
Yoksa asıl olan aşk değil de,
Aşkından ayrı düşme acısını yaşayarak acındırmaktır kendini.
(S.B.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Değerli Yorumlarınızı Bekleriz.